Ses Sistemleri İyileştirme Önerileri

Ses Sistemleri İyileştirme Önerileri

31 Mayıs 2016 Salı

BİR AUDIOPHILE'İN HİKAYESİ





Bu hikayenin bir benzerini seneler önce forumdaki köşemde de paylaşmıştım. Yeniden düzenleyerek paylaşıyorum. Umarım hobiye yeni başlayanların bu hikayeden bazı çıkarımları olur.


DİKKAT !!!
+18
Aşağıdaki hikaye tutku , aşk , dostluk ve aşırı hobi virüsü içermektedir.
  
Herşey sene 1984’te rahmetli babamın , eve Sony FH 85 midi müzik seti ve Sony video recorder getirmesi ile başladı.

O yıllarda evimizdeki tüplü televizyon kumandalı değildi. Ben bu cihazları birbirine bağlayarak (TVàvideo recorderàmüzik setini birbirine bağlayarak), hem ilk sistemimi oluşturmuş , hem de TV'i uzaktan kumandalı hale getirmiştim. (Videonun kumandası ile TV kanallarını kumanda ediyordum.) Müzik setinin 2 hoparlörünü koltukların arkasına çekerek , TV’nin sesini arkalardan almak , o günlerde eve gelenleri şaşkınlığa uğratan bir şeydi.

O dönemde okuduğum gazete ve dergi makalelerinde , ilerde ev sineması sistemlerinin olacağı , helikopter önden arkaya giderken , sesin de önden arkaya gideceği yazıyordu. Daha orta okuldaydım ve hayalini kuruyordum.

"Off bee! İlerde ben de kuracağım o sistemlerden... "

Lise yıllarım bu basit sistemin başında geçti. Bol bol müzik dinledim , kayıtlar yaptım. Kendi kasetlerimi doldurdum , durdum. Radyo programlarından kasete kayıt yaparken , parça bitmeden sunucunun araya girmesine gıcık olurdum.

Sonra üniversiteye gidince walkman çılgınlığım başladı. 4-5 ayda bir sürekli değiştirdiğim bir sürü walkman’im oldu. Kayıtlı , uzaktan kumandalı , metal kasalı , kallavi şeylerdi... (Kısa dönem askere giderken bunlardan bir tane daha alarak askerliğimi tamamladım. Terhisime 1 hafta kala , gidip tahtakalede satıp , 2.el aldığım para ile 1 deri mont , 1 de nubuk kaban almıştım)

Evlilik döneminin ilk yıllarında kompakt müzik seti çılgınlığım başladı. Her sene değiştirdiğim bir sürü kompakt müzik seti kullandım. Hani bilirsiniz , 4-5 hoparlörü olan setler... Her sene eskisini bir arkadaşıma satıyor , gidip son çıkan modelini alıyordum. Uydu alıcımın da extra hoparlör girişleri vardı. O dönemde , salonumdaki hoparlör sayısı 13'ü bulmuştu. Müzik çaldığında gayet detaylıydı , sesin nereden geldiği belli değildi. Bunu bir halt sanıyordum. Daha sahnenin ve hifi kriterlerinin nasıl olması gerektiğinden bihaberdim.

2004 senesinde ilk ayrık sistemimi kurdum. JBL hoparlörler , JBL center , JBL sub , Yamaha AV RXV640 , Philips DVD'den oluşan 6+1 ev sineması sistemiydi bu... Müthiş mutlu olduğumu ve ilk gece uyuyamadığımı hatırlıyorum.

 
 



O dönemlerde sub'ın üstündeki yapma çiçeklere takılırdı arkadaşlar...

 


Daha sonra JBL hoparlörleri satıp , müzikte daha iyi olduğuna inandığım Klipsch RF15 hoparlörleri aldım. Müzikte artık bu sistem de yetersiz gelmeye başlayınca , 2. bir sistem olarak , sinema sistemime ek olarak Denon PMA 1500 amfi ve NAD CDP'dan oluşan ilk stereo müzik sistemimi kurdum.




Sonrasında Klipsch'ler gitti ve yerine Tannoy S10 hoparlörler geldi. Ayrıca Denon amfi yerine de Accuphase e207 amfi gelmişti. (Resimdeki sağdaki siyah amfi) Yavaş yavaş artık stereo müzik sistemin gerçek tadını almaya başlıyordum.



Birgün Ikea'yı gezerken bu sehpayı görüp almıştım. Ben ne bileyim içinde sıkıştırma kağıt olduğunu...



Bu sehpanın üzerine bir LCD TV gerekirdi artık. Ve 2006'da , Avrupa’da büyük sükse yapmış olan ve ödüller alan Philips prestij serisi (9830) LCD televizyon sisteme eklendi. Gecelerimiz renklendi.



Arada tabii sürekli denemeler , testler oluyordu. Aşağıdaki resim Opera Consanance ve Sony x55es CD player karşılaştırma testi sırasında çekilmişti. Bir dostum taaa Ankara'dan göndermişti deneyeyim diye Sony'i... Ancak Consonance'ta karar kılmıştım. İlk lambalı cihazımdı. Lambanın tadını da almıştım bir kere.

Zaten Opera Consonance CD player’ı öncesinde arkadaşlarla yaptığımız bir dinletide dinlemiş ve çok beğenmiştim. Dinletiden 1 gün sonra sevgili arkadaşım Tarık , extreme audio ile pazarlığı yapılmış halde , getirmişti aleti bana... Üstü ahşap kaplamalı , çok şık bir parçaydı.




Bu hobide “kaşıntı” diye bir tabir vardır. Tutmuştu bir kere… Senelerce onunla yaşayacaktım. Bir çok alet geldi gitti eve. Denemek için Usher hoparlörleri getirtmiştim örneğin. Olmadı , kararsız kaldım.

 


Kaşıntı bu ya , hoparlör filan derken Accuphase amfim gidiverdi , yerine Musical Fidelty geldi.  (Aşağıda sehpa’da sağ alt köşede)



Ve sonra devamında gözümün nuru , benim bir tane şöminelerim , Tannoy A385 hoparlörler girdi hayatıma... Hoparlör eve geldiğinde , işte o zaman hi-end bir hoparlör ne demekmiş anlamıştım. Muazzam bir fark yaratmıştı. Geldiği ilk gece her CD'mi tekrar tekrar dinleme isteği gelmişti bana. Bambaşka çalıyordu. Rüyada gibiydim.

 


Ancak o sese de alıştık bir süre sonra , hatta sıradan gelmeye başladı. Arayışlar bir türlü durmadı.
Bir gün MSN'de arkadaşlarla yazışırken , sevgili arkadaşım Muffy "ilanı gördünüz mü" diye sordu.
Birisi elindeki Marantz takımı (PM14 amfi ; CD17 ; radyo) çok iyi bir fiyata satıyordu. Bir anda nasıl oldu ise oracıkta karar verdik , ben amfiye , Nazilli’den Servet hocam CD Player'a , Ankara’dan sevgili Muffy de radyoya göz koydu. Plan yaptık , hedefe en yakın kişi olarak taaruzu ben yapacaktım. Satıcı ile irtibata geçildi , hemen paralar hesaba yattı , o akşam operasyonu gerçekleştirdim. Aletleri satıcının evinde dinleyip ve gecenin bir vakti alıp eve getirmiştim. Daha dün aklımda bile yokken , Marantz PM14 amfi sahibi olmuştum. Çok iyi aletti , sıcacık , analog tadında bir sesi vardı.Hiç sesini almadan CD Player'ı Nazilli’ye Servet hocama (büyük hata! bunu birazdan anlayacaksınız)   , radyoyu da Ankara’ya Muffy'e göndermiştim.
Ancak Marantz takım “bir arada” şiir gibi duruyordu. Hele o altın rengi yok mu ! Otur karşısına izle... Aklımdan gitmiyordu o güzellik...



Bir süre Marantz PM14 ve Opera Consonance CDP ile devam ettim. Ses de çok güzeldi. Çok analog , full lambalı sistemmiş gibi harika bir performanstı. Ama aklımdan Marantz CD17’nin görüntüsü çıkmıyordu. Servet hocam bunu duyunca , ben bir şey demeden kendisi sistemini bozup CD17'i bana gönderiverdi.  Bu hobinin en güzel tarafı ne sistemler , ne de cihazlardı zaten. Burada dostluklar bambaşkaydı.
Daha Marantz CD17 kargoda iken , benim evimdeki eski CD player’ım Opera , satış ilanını açtıktan 1 saat sonra satılmış ve aynı gün Ankara'ya yola çıkmıştı. Marantz CD17 ertesi gün geldiğinde , büyük bir heyecanla açtım kutuyu , aleti sisteme bağladım. Daha 1. sn'de başımdan aşağı kaynar sular döküldü...
Hifi hayatımdaki ilk büyük hatayı yapmıştım...
Çıkan ses o kadar digital ve teneke gibiydi ki. Sistemin tüm büyüsü gitmişti. Hemen evden çıkıp , extreme audio'ya gittiğimi hatırlıyorum. Daha dün 1100 TL'e Ankara’ya sattığım Opera CD Player'ın sıfırını bulsam , 2500 TL'e hemen orada almaya hazırdım. Allah'tan ellerinde yoktu. (Daha ilk gün eve getirdiğimde keşke dinleseydim diye çok söylendim durdum kendime. Yukarıda büyük hata yazmamın nedeni buydu...)

O halde yapılacak şey belli idi. O teneke sesi , daha analog yapmak üzere sisteme lambalı bir şeyler katmalıydım. Başladık denemelere , testlere...

Bir arkadaşım istanbul'da satmam için Primaluna amfisini göndermişti. Bir süre onu denedim. Ama inanın Marantz PM14 transistörlü amfi ondan daha lambalı çalıyordu.



Sonra sevgili dostum Noyan kendi yaptığı ilk versiyon GM 70 lambalı Noymark'ları test için getirdi evime... İşte budur! O hiç memnun olmadığım Marantz CD17 player ile bile mest etmişti beni.



Durum apaçık ortadaydı. Evet ben artık lambalı bir amfi kullanmalıydım ancak bu kesinlikle Noymark olmalıydı. Aradığımı bulmuşken başka bir şey araştırmak gereksiz gelmişti bana. Sevgili Noyan'ın da sözü olduğu için başladım bana yeni bir amfi yapmasını beklemeye...
Dostum Noyan'ın amfiyi yapması biraz uzun sürecekti , çünkü kendisi Rusya'da yaşıyordu. Bu arada ben de boş durmadım. Tüm marantz takımı (PM14 ve CD17) sattım , oradan gelen tüm para ile üst düzey bir CD player olan Lector 7TL ‘i aldım. Öyle ya , gelecek amfi ile sınıf atlayacaktım ve diğer ekipmanlar da , onunla aynı seviyede olmalıydı.
Elimde bir amfi yoktu ama çok iyi bir CD Player'ım vardı artık. İlerideki full lambalı sistemimin ilk kalıcı parçasını almıştım.
İyi bir amfi alacak param da kalmamıştı o dönemde. İdareten ses verecek bir şeyler bulmalıydım. Yoksa CD player’a bakıp duracaktım uzun süre. Hemen Ankara'dan sevgili dostum Selami’yi aradım.

"Dostum, sendeki Rega Brio duruyor mu ?"
"Evet duruyor."
"Sat bana onu , git kendine başka amfi al"
"Olur"
"Aldım o zaman"
 

En kısa süren alışverişim olmuştu. Dedim ya , bu hobideki dostluklar bambaşkaydı. Rega Brio çok hesaplı ancak performansı ile o dönemde beni idare edebilecek tek alternatif gibi duruyordu. Kocaman Tannoy'ları fena idare etmemişti.

Yaklaşık 1 ay sonra bir gün internette bir ilan gördüm , yine bu hobi ile tanıştığım ancak yüzünü dahi görmediğim bir başka arkadaşım sevgili Emrah , Roksan Kandy amfisini satıyordu. Brio da iyiydi ama çok güçlü değildi. Volümün arttığı anlarda bunu hissettirmeye başlıyordu. Roksan Kandy amfi , beni Noymark lambalı amfim yapılıncaya kadar idare ederdi. Tek bir telefon ile o amfi 1-2 saat içinde , Bakırköy’den Bostancı vapur iskelesine bir kurye ile gönderilmişti bile...

 
 

İşte o Roksan beni uzun süre idare etti. Taa ki hedefteki o lambalılar gelip , boş mermerlerin üstünde yerini alana kadar...
Ve uzun süre beklediğim lambalı monoblok set amfilerim Noymark'lar , tüm ön testlerden geçer oy aldıktan sonra sistemime eklendi. İşte o zaman üst düzey bir amfinin de neler yapabileceğini anlamış oldum. Beklememe değmişti gerçekten... Sevgili dostum Noyan verdiği sözü tutmuş ve bana çok şık bir set amfi tasarlamıştı.



Monoblok bir amfiniz varsa bir de preamfi kullanmanız gerekir. Hemen bir preamfi almalıydım.  Önce Bursa’dan bir arkadaşımın yapmış olduğu pasif preamfiyi kullandım bir süre. Daha sonra sevgili abim Aytekin beyin yaptığı pasif preye geçtim. Yukarıda resmini gördüğünüz sistemde CDP hariç artık herşey DIY'dı.(Do it yourself)
Bu seviyede alınan sesi ancak hi-end kriterleri ile açıklayabilirdim artık... Kaliteli müziğin ucuza elde edilebileceğini bizzat yaşadım. Şunu biliyordum ki eğer bu seviyenin üzerine çıkmak istiyorsam , artık çok daha fazla para harcamalıydım.
Sesi geliştirmek daha da için bir sürü şey denemeye başlamıştım. Dünya kadar tweak , kablo , shuko'lar , tüp sigortalar... Aklınıza ne gelirse... Mesai yapar gibi araştırıyor , test ediyor ve her geçen gün binaya bir taş daha ekliyordum. Her gün işten eve dönebilmek için can atıyor , akşam yemeğinden sonra başlıyordum testlere. Ve bunları da gün gün bir forumda bana ait olan bir köşede , hifi severlerle paylaşıyordum. Zaman içinde bir de baktım ki , benim forumdaki köşenin bayağı bir takipçisi olmuş. Dışarıda ya da hifi mağazalarında karşılaştığım  ve tanımadığım bir çok kişi adımı duyunca , “Pardon siz Obinin Cicileri köşesinde yazan Oben bey misiniz ? Yazılarınızı takip ediyorum ben...” demeye başladılar. Hoşuma gidiyordu , ben karşılıksız yazıyordum, paylaşıyordum. Ancak karşılığı saygı , sevgi ve yeni arkadaşlıklar olarak geri dönmeye başlamıştı.

Sonra bir gün sınıra dayandım , seste tweak’lerle artık bir gelişme yakalayamıyordum.  Tannoy A385'i modifiye ettirmeye karar verdim. Sevgili Aytekin bey bana yepyeni bir hoparlör yarattı nerede ise. Crossover devrelerinden , iç kablolarına , binding post’larından , ayaklarına kadar modifiye edildi Tannoy'lar. Evde 2 gün süren modifikasyondan sonra aldığım ses, ağzımı kulaklarıma kadar uzatmıştı. Ev tam bir inşaat alanı olmuştu.


 

Hoparlörlerin tabanındaki boşta olan bölmelere , 40 ar kg. kum doldurmuştuk. Crossover devresini kumun içinde bırakmıştık.



Ancak talihsizlik şu ki , hoparlörün modifikasyonu bitip de yerleştikten sonraki sabah , hoparlörün birinden ses gelmemeye başlamıştı. Yapılan incelemede sorunun crossover devresinde olduğu gözüküyordu. Yapılan lehimlerden biri kopmuştu belki de… Tüm evi toplayıp temizlik yaptıktan sonra , o hoparlörü tekrar cevirip , tabanlarındaki 80 kg. kumu salonun ortasına döküp , tamir etmek , benim boşanma kararı almam ile aynı şeydi...

Ne yapalım artık , aldık 180'er kiloluk hoparlörleri , yükledik bir kamyonete , forumdan taşımaya gelen destek kuvvetleri ile tuttuk Aytekin beyin atölyesinin yolunu…  Beni hiç görmemiş ancak yazdıklarımı okuyan , forumdan tanıdığım bazı arkadaşlarım , hoparlörü götürebilmek için teklifsiz olarak yardıma gelmişti.  Tam bir dayanışma örneğiydi…
2-3 haftalık ayrılıktan sonra eve gelen hoparlörler daha da geliştirilmiş , crossover devresi tabandaki kumun içinden dışarıya ayrı bir kutuya çıkarılmıştı. Bu hem performansı artıracak , hem de ileride crossover devresinde yine sorun olursa ,  hoparlörün kumunu boşaltmadan müdehale edilmesine olanak sağlayacak bir geliştirmeydi. Kısaca yepyeni bir hoparlör sahibi olmuştum. Hoparlörün son hali mest ediyordu yine , ilk geldiği gün gibi , her cd'mi yine tekrar dinletmeye başlamıştı.




Ama o sese de alıştık bir süre sonra... Ve kulaklar yine aranmaya başladı.

Bir gün internet başında otururken ; yıllar önce bir arkadaşımın evinde dinlediğim ve çok beğendiğim , Lector DAC ve Lector transport takımın Ankara’dan sevgili Ceyhun tarafından satışa çıkarıldığını gördüm. Ben zaten o sete o kadar hayrandım ki , gidip gözüm kapalı bir alt modeli olan Lector 7TL cd player’ı almıştım. Kısaca hayallerimin CD Player'ıydı... Türkiye’de birkaç tane vardı. İnsanlar farkında bile değildi. Elimde hazırda yetecek param olsa hemen talip olacaktım. Ancak elimdeki CD player’ı satmadan imkansızdı. Pahalı bir hobiydi bu. Bu tutkuya sahip olmayan anlayamazdı.
Forumun satış bölümüne , "arkadaşlar çok iyi bir alettir , sakın kaçırmayın" diye not düşünce , sevgili Ceyhun bana "abi takas yapabiliriz istersen" deyiverdi birden! 
Beynimde şimşekler çakmıştı !!!
 
Bir anda yine hesapta yokken , Lector DAC ve transport 1 saat içinde evimdeydi. (Aletler istanbul'da Ceyhun’un dayısındaydı ve Pazar günü OK'leştikten 1 saat sonra evime getirmişti dayısı...)

Yine çok mutluydum , sevinçten ağladığımı hatırlıyorum... Ses müthişti... İyi bir kaynak cihazın bir sistemde ne anlama geldiğini alt modeli olan Lector 7TL ile anlamıştım , ikinci olarak da bu Lector  takım "işte budur!" dedirtti. (Bu fikrim hiçbir zaman değişmedi)

Artık pasif preamfi’den den aktif pre’ye geçmek gerekiyordu. Herşey Lector olunca , aktif preamfi’nin de Lector olması mükemmel bir uyum olacaktı. Kadim dostum sevgili Serkan, bana Lector pre bulduğunu haber veriyordu telefonda. (Zaten Serkan ile o dönemlerde günde 5 vakit telefonlaşıyorduk nerede ise.) Adıma pazarlık bile yapmıştı. Hemen gittik onu aldık , kattık sisteme...

Artık her şey çok güzeldi. 2 ay önce , o arayışlara başladığım döneme göre sesi 3-5 basamak yukarı atlatmıştım. Ses yine mest etmeye , beni şaşırtmaya başlamıştı.



Ancak ona da alıştık , bir süre sonra o performans da yine sıradan gelmeye başladı. Kulaklar yine aranmaya başladı…
Bu hobide , sistemin “en zayıf halkan kadar” başarılıdır. Ve benim son gelişmelerden sonra benim en zayıf halkam , aylarca yolunu gözlediğim Noymark lambalı set amfiydi artık. Amfiyi de diğer sistem parçaları ile  aynı seviyeye getirmeliydim.
Ve üst sınıf amfi arayışlarım başladı.
Bir gün eve o dönem çok övülen Gamut transistörlü amfiyi getirdim. Mağazada dinledim. Çok etkilenmemiştim ama forumda çok methetmişlerdi. Kendi sistemimde adam ederim diye düşündüm. Eve getirip sisteme taktığımda , büyük bir hayal kırıklığı yaşadım.  
Hifi hayatımdaki 2. büyük hatayı yapmıştım. Başkasının kulağı ile hareket etmiştim.
O sese tahammül edebilmem mümkün değildi. Bildiğim tüm tweak’leri denedim , senelerin bilgisini uyguladım ancak adam olmuyordu. Tüm o büyü gitmişti , hobi hayatım tehlikeye girmişti. Büyük uğraş ve tartışmalardan sonra amfiyi aldığım yere iade ettim. 24 saat bile dolmamasına rağmen , paramdan 500 TL'mi kesmişlerdi ve o parayı çöpe atmıştım. (İçeme oturmuştu , hala hissederim ve helal etmem.)



Dostum Serkan ile her gün yeni bir amfi bulmaya çalışıyorduk. Jadis monoblok lambalı amfi’ler satıştaydı. Para dahil her konuda anlaştık. Bir şey dışında…
Gamut olayı bana ders olmuştu. “Beğenmezsem 24 saat içinde iade ederim.” dedim satan audio mağazasına , kabul etmediler. “Evime siz getirin önce sesini duyayım.” dedim yine kabul etmediler. Çok ciddi para ödeyecektim bu aletlere. Yaptığım hatayı bir kere daha yapamazdım. Ve ben , sadece bu sebeple vazgeçtim.
Ve sonra mastersound 845 monoblok amfi’lerle kesişti yolum... "Gamut'tan ağzı yanan mastersound'u üfleyerek dinler" misali , müthiş bir araştırma ve telefon trafiği yaşandı 2 gün... En sonunda kaptık benim eski amfileri (Noymark'ları) , gittik Serkan ile audio mağazasına... Alacağım amfi ile kendi amfimi yanyana dinleyerek , araştırmalarımızın doğru olduğunu gördük ve aldık amfileri eve getirdik. İade garantisi de almıştık ayrıca. Amfiyi sisteme bağladıktan sonra , ağzımız kulaklarımızda idi , mest olmuştuk.  



O sese de bir süre sonra alıştık...
Zaman içinde kulaklar geliştikçe , değiştikçe ; parabolik sahneye , kişilikli , nitelikli baslara takmıştım. Elimdeki hoparlörler (Tannoy A385'ler) müthiş hoparlörlerdi.
Ancak ben o hoparlörü , 23 metrekare'de çaldırmak için müthiş taklalar atıyordum. Ne tweak’lerle sesi dizginliyordum inanamazsınız. Eve gelenler o hoparlörün , o salonda nasıl rahatsız etmeden bu kadar rahat çaldığına şaşırıyorlardı. Mekan 60 metrekare olsa harikalar yaratacağıma çok emindim ama bu mümkün değildi. Yeni ev alacak olsam bile , salona sistem kurmama , kendime ayrı bir hobi odası yapma kararı almıştım. Tüm bunlar bir araya geldiğinde yapılacak şey belliydi aslında…
Bookshelf'e geçecektim ! Zaten onun da tadını almıştım. Özellikle aradığım sahne performansını bookshelf’lerde hissediyordum.

Arayışlar başladı , hedef Peak Consult Incognito'ydu. Hifi dünyasındaki klasiklerden ve üst seviye bir bookshelf idi. Özellikle gerçekçi sahnesini çok övüyorlardı. Kulağına çok güvendiğim odyofil dostlarım , öve öve bitiremiyorlardı. Dinleme şansı yoktu , çünkü artık sıfırı satışta değildi. 2.el bulmak zorundaydım. Ama çok fazla yoktu Türkiye’de… Bir Çanakkale’de , bir de Mersin’de olduğunu duymuştum. Serkan ile başka aradık taradık bulamadık bir türlü... Hatta araya adam koyup , satmayı düşünüp düşünmediklerini bile sordurdum. Ancak istemiyorlardı.
Cihazlarım İtalyan menşeili idi. Derken internette Opera Callas ilanı gördük. Yine teknik araştırmalar başladı. O da İtalyan’dı ve firmaların birbirleri ile ticari ilişkileri vardı. Kağıt üzerinde bu İtalyan uyumunun çok iyi olacağı gözüküyordu. Forumda hoparlörü dinleyen ve kulağına güvendiğim odyofil arkadaşlarım yine çok övüyordu. Ancak yine de dinlemek gerekiyordu. Bir hata daha yapamazdım. Sağolsun Aytekin bey benimle hoparlörü dinlemeye Eti'lere kadar geldi. Evimde daha iyi performanslar duymuştum. Ama o hoparlördeki potansiyel ikimizin de hoşuna gitti. Aldık eve getirdik.
İlk bağladığım gece dev gibi Tannoy'dan sonra gelen o cılız sesi çok garipsedim , nerede ise hoşuma gitmedi... Ancak o derin sahne hissediliyor ve hoparlör kendini salonda hemen kaybediyordu. Karamsar değildim kısaca. Gamut amfi tecrübem gibi umutsuz değildi. O potansiyeli çok net hissediyordum. Ben onu ortaya çıkarabilirdim. Yıllar içinde bir sistemi istediğim gibi çaldırma konusunda çok tecrübe kazanmıştım. Bu hoparlöre büyük , gövdeli , analog , sıcak çaldıracak tweak’leri uygulamalıydım.
Çok değil ertesi bir kaç hafta içinde yapmış olduğum kablo ve tweak denemelerinde istediğim ve aradığım sese kavuşmuştum : Parabolik sahne , nitelikli ve kişilikli baslar... Özellikle hoparlörü daha öne çektiğimde , aldığım derin parabol sahne hissini , o ana kadar sadece sevgili arkadaşım Tarık’ın sisteminde duymuştum.




Artık sistem ekipmanları konusunda yavaşlamak gerekiyordu. Çünkü tam bir uyum yakalamıştım , bunu bozmamak , başka şeylerle sesi geliştirmek lazımdı. İçi kağıt sıkıştırılmış kıytırık ikea sehpasına el atma zamanı gelmişti. Antalya’dan sevgili Mete abiden , bilinçli seçilen ahşabın hifi'deki yerini öğrenmeye başlamıştım zaman içinde.
Başta da söyledim ya , bu hobideki dostluklar bir başkaydı. Bu tutku herkeste aynıydı , benim mutluluğum herkesi mutlu ediyordu. Onlarınki de beni… Ve Mete abi bana resimde gördüğünüz sehpaları yaptırdı ve taa Antalya’dan büyük bir sandığın içinde gönderdi. Sandığını bile özel yaptırmış. Kullanılan tüm malzemeler , üzerinde kafa yorulmuş ahşap cinslerinden oluşuyordu. Abanoz , gül ağacı , akça ağaç... Sehpaları 6 saatte kurdum. Gece saat 2:00 gibi yatmadan kısacık bir ses duyayım dedim.
Veee...

Bu ne kardeşim!

Bir sehpa bu kadar fark mı yaratır !
Nasıl yani ! Ne kadar analog , sıcak , ayrışmış ve arka planı sessiz bir ses bu!
Cihaz mı değiştirdim ne !

Yıllarca granit , mermer , sıradan sehpa kullandım diye kahrettim kendime... Yine mest olmuştum , ağzım kulaklarımda idi... Sevinçten uyuyamadığımı , sabah işe gitmek için kalktığımda , sabahın köründe sistemi açıp , 5 dakika dinlediğimi hatırlıyorum.



Ahşabın tadını almıştım bir kere… Rica ettim , aynı malzemelerden kablo asansörleri ve hoparlör tabanına tablalar da yaptırdı Mete abi... Bütün ekipmanlar bu ahşaplara değmeye başladı.
 



Hoparlörlerin altından granit , mermer malzemeler kaldırıldı ve o büyülü ahşabın üzerine koyuldu. Sadece bu hareketle bile sesteki değişime inanamazsınız.

Tabii tüm bu süreç boyunca bir çok kablo değişikliği , tweak denemeleri , elektrik geliştirme işlemleri de yapıldı. Her biri sese bir şeyler kattı.

Kablolara da el atmak lazımdı. Zaten dönem dönem bir kablo gidiyor diğeri geliyordu. Ancak bu sistemde bakır kablo kullanmalıydım. Opera Callas hoparlörler varken sesi götürmek istediğim yere ancak bakır bir kablo ile ulaşabilirdim. Böylece Audioguest Volcano hoparlör kablosunu sisteme kattıktan sonra , en zayıf halkamı da sağlamlaştırmıştım. Artık sistemim bir başka çalıyordu. Ve yine eskisi gibi şaşırtıyordu.




Ancak kaşıntı hiç bitmiyordu .
Bir insan her şeyden memnun iken neden gidip de bunu bozmak ister ? Dedim ya bu hobi büyük bir tutku… Bunu ancak odyofiller anlayabilir. Hifi bir yolculuk ve yol hiçbir zaman bitmiyor. Bu uğurda harcanan onca emek , zaman , para hep tek şey için…
Hiç bitmeyen bir tatminsizlik… “Ya daha iyi olursa…” sorusu sürekli beynini kemiriyor duruyor.  
İşte beynimin yine kemirildiği bir gün telefonum çaldı...
 
Hifi dünyasında beni tanıyan herkes benim Incognito hayranlığımı artık biliyordu. Ve telefondaki arkadaşım , Mersin’deki Incognito sahibinin hoparlörlerini satmak istediğini haber veriyordu. Hemen harekete geçtim tabii… Pazarlık yapıldı ve hoparlörler meşakkatli bir süreçten sonra İstanbul’a getirildi. Ancak görmeden hoparlör almak riskli bir şeydir. Gelen hoparlörlerin ahşabı oldukça yıpranmış ve çiziklerle doluydu. Canım çok sıkılmıştı. 
İşte yine bir dayanışma ve dostluk anıydı. Yıllarca hiçbir zaman desteğini esirgemeyen sevgili abim Aytekin Erçin devreye girdi yine. Hoparlörleri yükledik arabaya ve bu işin üstadı , hoparlör ve müzik aletleri marangozu olan arkadaşına götürdük.  Tüm kasa en ince noktasına kadar elden geçti ve cilalandı.


 

Deri kısımlar parlatıldı. Ses üniteleri bakımdan geçirildi.


 

Artık “sanki fabrika çıkışlı gibi gıcır gıcır” gözüken yepyeni Incognito’larım hazırdı. Bu işlemler için bile bir hoparlör parası harcamıştım.



Incognito’ları almadan önce , seneler içinde çok hayalini kurmuştum. Sesi ve sahnesi ile ilgili çok beklentiye girmiştim. Aynen Tannoy A385 hoparlörümü aldığımdaki gibi , beni “hemen” şaşırtmasını ve her CD mi tekrar tekrar dinletmesini bekliyordum.
Maalesef öyle olmadı…
Aynen bir önceki hoparlörümdeki gibi çok büyük bir potansiyel hissettirdi sadece. Üzerinde uğraşırsam çok iyi olacağını net şekilde görüyordum. Ben tüm tweak ve geliştirmelerimi eski hoparlörüm Callas’a göre yapmıştım. Hoparlör kablom , ayaklar , sigortalar ona özel seçilmişti. Sistemimde 52 değişik tipte tweak kullanıyordum ve hepsinin baştan elden geçmesi gerekiyordu. 
Ben Incognito değişikliğini yaparken , tweaklere dokunmadan bile büyük bir sıçrama beklerken , karşımda sadece çok büyük bir potansiyel bulmak , beni o an hayal kırıklığına uğrattı. Yine mi her şey baştan başlayacaktı. Artık cihaz değiştirmek istemiyordum.
Bunu forumda köşemde dile getirdiğimde , bazıları maalesef beni anlayamadı. Benim sorunum Incognito’yu beğenmemek ya da nasıl yapacağını bilmemek değildi… Artık uğraşmaktan yorulmuştum ve yeniden sistemdeki tüm dengeleri değiştirmek gerektiğini  düşünmek beni rahatsız etmişti. Ve insanlar tarafından “anlaşılmadan” eleştirilmek hoşuma gitmemişti. Gelen eleştirilere karşı aynı şeyi defalarca anlattığımı hatırlıyorum. Ben seneler boyunca , nerede ise gece mesaileri yaparak ve hiçbir karşılık gözetmeden paylaşımlar yapmış ve bir çok kişiye yardımcı olmuştum. Seneler boyunca anlaşılırken , bu basit şeyi anlamak bu kadar mı zordu ? En son gelen ve saygısızlık boyutuna varan birkaç paylaşım sonrası , artık forum yazarlığı misyonumun tamamlandığına karar vererek , 2012 Temmuz’unda “Obinin Cicileri” köşemi kapattım.
Artık internette paylaşımları bırakmıştım ve bir karar vermem gerekiyordu. Yola nasıl devam edecektim.
·         Ya Opera Callas ile hiçbir şeye dokunmadan
·         Ya da hayalini kurduğum hoparlör ile her şeyi sil baştan düşünüp yeni bir maratona girerek…
Birkaç ay kararsız kaldığımı ve zaman zaman eski hoparlörümü sisteme takarak , ne hissettiğimi netleştirmeye çalıştığımı hatırlıyorum.



 
Incognito’yu nasıl istediğim gibi çaldırabileceğimi biliyordum. Sistem eskisine göre oldukça sıcak, gövdeli ve analog çalıyordu.Ama bana göre fazlaydı.  Bas sesler bir çok kişiyi mest edebilecek seviyedeydi. Ancak ben seneler içinde evrimleşen kulaklarımla bunu istemiyordum. Daha nitelikli , keskin , köşeli ve sınırları belli olmalıydı bas seslerin. Derin derin vurmamalıydı. Sahne çok iyiydi ama ben zaten eski sistemimde de iyi bir sahneye sahiptim. Daha iyisi olmalıydı , gözlerimi kapattığımda karşımdaki enstrümanların arasında dolaşabilmeliydim.  Saksafon yana döndüğünde hissedebilmeliydim.
Elimdeki aletler ve uyum bunu yapabilecek özellikteydi. O potansiyeli ortaya çıkarabilirdim. Hepsini yapabilmek için gerekli bilgi ve tecrübeye sahiptim. Sesi sıcaklaştıracak ve büyütecek , analog hissiyatını veren , seneler içinde yaptığım her şeyi tersine çevirmeliydim. Hoparlörün zaten kendisi çok analog çalıyordu. Artık benim extra bir şey yapmama gerek yoktu.  Öncelikle eski halinde bakır olan tüm kablolarımı gümüşe çevirmem gerekiyordu. Hoparlörü jumper’larına kadar gümüş yapmam lazımdı. Sigorta tercihlerimde rodium kullanmam lazımdı. Hoparlörü artık ahşap altlıkla kullanmamalıydım , ahşabı biraz azaltmalıydım. Cihazlara hep detayları ve enstrüman ayrışımını  artıracak tweakler uygulamalıydım.
Tek tek hepsini yaptım…
Günden güne sistem çehresini değiştirmeye başladı. Yaptığım her değişiklikte , farkını hemen duyuyordum. Çözünürlük öyle bir boyuttaydı ki , sistemin neresine dokunsam , seste değişiklik hemen fark ediliyordu. Özellikle elektrik tesisatında yaptığım geliştirmeler , sistemi bambaşka bir noktaya taşımıştı. Manyetik resonatörler , stabilizatörler , elektrik filtresi , sigortalar derken kafayı elektrikle bozmuştum. Ve değiyordu. Kısa bir süre sonra , artık eski sistemimle karşılaştırılamayacak bir performansa kavuşmuştum tekrardan.
Günün birinde evde tadilat kararı aldık. Fırsat bu fırsat deyip , sistemin arkasına , ne zamandır aklımda olan bir diffüzör yaptırmaya karar verdim. Ancak bu , hem evin salonunda şık duracak , hem de sistemin performansını artıracak bir şey olmalıydı. Yoksa hanımdan veto yerdi. Ve aşağıdaki resimde görülen taş duvarı yaptırdım.



Ve burası artık benim Nirvana noktamdı…

 
 

Sonra ne oldu dersiniz ?
 Evet , o sese de alıştık.  Birkaç ay içinde o performans da sıradan gelmeye başladı. 

Yıllar içinde neredeyse bir daire parası harcamıştım.  Sonra mı ?
 
Onu da sonra anlatırım.  :) 
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.